BU ÇOCUK KİME ÇEKTİ?!

Gözleri kocamandı. O bembeyaz tüylü kafasının içinde gözleri parlıyordu. Yeni gelen misafirleri tanımak istercesine zıplıyor, bir yandan da kuyruğunu sallıyordu. Yeni traş olduğu için kafası ve kuyruğu bedeninden ayrı parçalar gibi görünüyordu. Demet’in küçük kızı, gözü o tüylü şeyde elleri annesinin bacağında annesinin kucağına tırmanmaya çalışıyordu. 
Gittikleri yerdeki beklenmedik ev sahibi Duru’yu tedirgin etmişti. Ablası, “Korkma Duru, ne var şu ufacık köpekten korkacak” derken artık büyüdüğünü ispat etmek ister gibiydi.
Havası, adının lokum olduğunu öğrendikleri beyaz tüylü canlının, Sude’nin üzerine çıkmak istemesine kadar sürdü. O da annesinin yanından ayrılamıyordu. Demet iki kızının arasında sıkışmışlığıyla arkadaşını öpmeye çalıştı, elindeki tatlıyı uzattı. Bir yandan da çocuklarına direktifler veriyordu. Montlarınızı eşyalarınızı düzeltin, bak kapının önüne koymuşsunuz Sude. Kardeşinin montunu da al kızım. Ayak altından kaldırın. O telaş içerisinde arkada selam vermeyi bekleyen Defneyi anca fark etmişti. 
“Defneciim, nasılsın? Boyun ne kadar da uzamış. Benimki ulaşılması zor bir hedef değil ama bak aynı boya gelmişiz neredeyse.”
Ev sahibi Aylin, Demet’in çok eski arkadaşıydı. Uzun seneler aynı okullarda okumuşlardı. Öyle ki üniversitede bile ayrılmamışlardı. Sonrasında evlilik, çocuk, iş temposu derken neredeyse görüşemez olmuşlardı. Bugün ise büyük gündü. Aylin’in eşinin şehir dışında olması, Demet’in eşinin de akşam işinin olmasını fırsat bilip yemekte Aylin'lerde buluşmak için sözleşmişlerdi. Öyle uzun zamandır görüşememişlerdi ki çocuklar bile birbirine henüz yabancıydı. Oysa onlar sanki daha dün berabermişlercesine sohbete en samimi halleriyle başlamışlardı bile.
Aylin o siteye yeni taşınmıştı. Bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da evi geziyorlardı. Modern mimarisi, iç dizaynı, dekorasyonu ile adeta dergilerden çıkmış bir ev gibiydi. Demet'in kızları lokuma biraz daha alışmışlardı. Anneleriyle evi onlar da geziyor, onlarla oynamaya çalışan lokuma uyum sağlamaya çalışıyorlardı. Duru, ‘anne ben de lokuma dokunabilir miyim?’ diye sordu. Annesi tabi kızım, gel sevelim beraber dedi ve okşanmaya başlamasıyla hemen göbeğini açan lokumu birlikte sevdiler.
- Çok güzelmiş yeni evin Aylin’ciğim, iyi günler de otur dedi Demet.
- Daha iyileri sizin olsun Demet’ciğim, çok sağol diye karşılık verdi Aylin.
Aylin ile Demet açık mutfağa doğru geçerlerken çocuklar salonda duran, büyüklüğü sebebiyle keşfedilmesi çok da zor olmayan dev ekranı görmüş ve çoktan Defne’nin açtığı programı izlemek için büyük koltuğa kurulmuşlardı. İki anne özlem gidermek istediği için çocukların bu tercihini görmezden gelmeyi tercih etmişlerdi. Kaç yıldır görüşememişlerdi ve bu akşam konuşacakları çok şey vardı.
Aylin, misafirleri gelmeden önce sofrayı hazırlamıştı. Salatanın sosunu dökmesiyle her şey tamamlanmış olacaktı. Yemek sonrasına hazır olması için çayı şimdiden demlemeye başlamıştı. İki anne yemeğin hazır olduğunu söyleyip çocukları çağırdılar. Nihayet sofrada toplanabildiklerinde hepsi bir ağızdan bir şey söylüyordu. Biri çorba istemiyormuş, diğeri ayran istermiş... En küçükleri Duru ise o konuşmaları fırsat bilip ortaya konan patates kızartmasını çoktan yemeye başlamıştı.
İnsan bazı şeyleri çok istediği için hiç kavuşamayacağını düşünür ya... İşte yemek safhasının bitip de çaylarını yudumlamaya başladıkları anlar Aylin ve Demet için öyleydi.
- Şaşırmadın mı evimizde bir köpek olmasına? Ben kim, evde köpek beslemek kim?
- Şaşırmaz mıyım hiç! Evinde köpek göreceğimi düşündüğüm en son insanlardandın.
- Annem hayatta olup evde bu köpeği görse, düşüp bayılırdı herhalde. Benim titizliğim biliyorsun bana ondan miras. Buna rağmen ben şu güzel bebeğimi almaya karar verdim ya, hakikaten hayatta her şey değişebiliyormuş. Bir bak teyzesi benim güzelime…
- Sen mi istedin köpek almayı?
- Hayır tabi ki! Defne hanım(!) ısrar etti. ‘Söz veriyorum erkenden kalkıp gezdireceğim, her işini ben yapacağım’ dedi, neredeyse yalvardı. Dayanamadım, ‘tamam’ dedim. Sevinçten havalara uçtu.
- Sonra?
- Sonrası işte bu! Bak teyzesi biz kızımla aşk yaşar hale geldik. O benim minik lokumum. Küçük kızım gibi. O da paçamdan ayrılmıyor, ben de ona düşkünleştim. Herkes kimin onun ihtiyacını gördüğünü çok iyi biliyor. Kim çıkarıyor dışarı? Ben. Kim yıkıyor? Ben. Kim tarıyor tüylerini? Ben. Kim besliyor? Ben. Sözde kimin köpeği? Defne’nin. Defne poposunu bir zahmet kaldıracak da hareket edecek. Bugün işten geldim. Defne misafirlerimiz gelecek, Lokumu dışarı çıkart dedim, hiç gidemem dedi. O hışımla çantamı içeri attım, peki sen bilirsin deyip, lokumu aldım kapıyı çektim çıktım. Arkamdan koşa koşa geldi. Tamam tamam gezdiririm diye. İyilikten anlamıyor ki! Ona da söyledim. Sen güzel dille bir şey söylenmesini anlamıyorsun kızım. O zaman ben sana hep böyle davranayım, bunu mu istiyorsun dedim. Gerçekten bilmiyorum Demet’cim, bu kız kime çekti. Sen beni bilirsin, oldum olası ne sorumluluğum varsa yerine getiririm.
- Bilmez miyim seni. Okulda da az inek değildin be Aylin’im. Senin sayende kaç dersten geçmişimdir. Hatırlıyor musun, çalışırdın, çalışırdın, yine de içine sinmezdi. Hiç hazır değilim derdin, sonra yine en yüksek notları sen alırdın.
- Düşünsene….O zaman nerede bugünkü imkanlar? Ben hiç kurs kurs gezdiğimizi hatırlamıyorum. Şimdi her türlü imkan önlerine seriliyor. Ondan istenen tek şey ders çalışması. Hepsi bu. Defne çalışmayı sevsin diye ona özel oda yaptık, masasını en güzel manzaralı yere koyduk. Her şeye başta hevesleniyor. Sonra yüzüne bakmıyor. Lokumda olduğu gibi, bu odayı onun istediği gibi yaparsak her işini kendi yapacaktı sözde. Geliyor, bu yemek masasında çalışmaya çalışıyor. Ama baksana masanın yerine. Gözü televizyonda, babası ne izlerse bir gözüyle ona bakıyor. Ben mutfakta bir şeyler yapıyorsam bir yandan bana laf atıyor. Bir saatlik iş sallana sallana üç saati buluyor. Öyle ders mi çalışılır? Okulun ilk senelerinde oturdum her gün onunla ders çalıştım. Konulara nasıl çalışılır? Ödev nasıl yapılır anlattım. Bazen öyle oluyordu ki, ben ondan daha fazla ders çalışmaya kaptırmış buluyordum kendimi. Kitabı önüme çekmişim, soru çözmeye çalışıyorum. Ne yaptıysam çalışma disiplini kazandıramadım. Oysa bilse ne fedakarlıklarla şu okulda okuduğunu.
Sohbetin derinliğini, Lokumun heyecanla Aylin’e bir şey anlatmaya çalışması bozdu. Aylin’in Lokumun ne demek istediğini hemen anlamış olması Demet’i şaşırtmıştı. “Aferin kızıma, yerine çişini mi yaptın” diyerek küçük kızım dediği Lokumu takip ediyordu. “Bir ödülü hak ettin” diyerek geri döndü. “Otur bakalım Lokum, patini ver, aferin kızıma, zıpla, işte bu. Al bakalım, en sevdiğinden” diyerek Demetin ne olduğunu anlayamadığı bir mamayı Lokuma verdi. Hakikaten bedel insanı düşkünleştiriyordu. Lokum bile ödüle kavuşmak için yapması gerekenler olduğunun farkındaydı. Bedelsiz verilen her imkan bedel alanı bozardı… Demet’in içindeki konuşmaları Aylin’in ‘bir çay daha alırsın değil mi Demet’ciğim’ sorusu kesti.
- A, evet alırım canım.
- Belli ki bir yerde hata yapıyorum Demet’ciğim. Sürekli benzer durumları yaşıyoruz. Bak daha geçenlerde işten eve geldim, Defne bir şey demeye çalışıyor belli. Ne oldu kızım diye sordum. Sınavı varmış, kitabını okulda unutmuş, şimdi ne yapacakmışmış? Kendisi ne yapabilir? Tabi ki kalktık okula gittik. O saatte normalde birilerini bulmamız zor. Şansımız yaver gitti. Müdür muavini ile karşılaştık. Kadını okuldan çıkarken geri döndürdük, sınıfı açtırıp kitabını aldık. Bu ilk değil ki, hep aynı öykü. Ya ödev kağıdını unutur, ya defteri bir yerde kalır… Problemi oluşturan kim? Defne hanım. Çözüm bulup, çözüme uğraşan kim? Ben. Yapmayayım diyorum ama duramıyorum. Her hafta sonumuz ayrı bir mücadele. Yüzmeye gidecek. Uyanamıyor, kahvaltısını yapamıyor, eşyalar hazır değil. Ben dört dönüyorum evin içinde. Hadi demekten dilimde tüy bitti. Hadi Defne geç kalacağız, hadi Defne kahvaltını bitir, hadi Defne dişini fırçala… Demet’cim gerçekten anlayamıyorum bu kız gerçekten kime çekti?
Şimdi Demet neyi nasıl anlatabilirdi? Bugüne kadar öğrendiği onca gerçeğe rağmen onun da hala yapmakta güçlük çektikleri vardı. Ama geçtiği bir süreç ve deneyimledikleri olmuştu. Çocuklarla ilgili anlatılan pek çok mutluluk ve başarı formülünün içinde bu kadar işine yarayan bu gerçekleri kardeşi gibi gördüğü arkadaşına nasıl aktarabilirdi?
İnsan yaptığı hatanın sonucu ile karşılaşmadan nasıl öğrenebilirdi ki?
Ya da bedelini ödemeden sahip olduğu bir imkanın kıymetini nasıl bilebilirdi?
Sorumluluk ve yetki aslında ayrılmaz bir bütündü…
Sorumluluğunu vermeden verilen her yetki insanı zalimleştirirdi…
Düşüncelerini toplamaya çalışırken “anne uykum geldi” sözüyle daldığı yerden çıktı. “Tamam Duru’cuğum” dedi. “Gidiyoruz şimdi.”
Zaman çok hızlı geçmişti. Daha konuşacak çok şeyleri vardı. Arayı uzatmadan yeniden görüşmek üzere sözleştiler. Sude eşyalarını topladı. Neredeyse hazırdılar. Duru da ayakkabılarını giymeyi başardığında artık gidebilirlerdi.
Duru uğraşırken Aylin eğildi,
Gel Duru’cuğum dedi… Ben giydiririm senin ayakkabılarını… Sen yorulma…



Yorumlar

  1. Bazen Demet olur her şeye koşturan, bazen Nimet olur çocuğuna, eşine kül köle olan...
    Oysa aile olmanın özü ortak hedeften ve ortak bedel ödemekten geçer. Evden biri, birinin bedelini ondan alırsa ortaya bu hikayedeki manzara çıkar. Aile olmanın gereklerini; bir çocuğu yetiştirmenin ve büyütmenin arasındaki farkın ne olduğunu öğrenmek için gerçekten ailedeki huzuru neyin sağladığını iyi anlamak gerek... Günümüzdeki aile problemlerini özetleyen bu yazı için teşekkürler, fikir açıcı oldu.

    YanıtlaSil
  2. Maalesef hepimiz bu hataları yapabiliyoruz insan yetiştirirken, dayanamayıp dur ben yapayım deyince çocuklarda yetişmiyor. Anlaşılan o ki öğreneceğimiz çok şey var...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder